17 Mayıs 2016 Salı

KITALARIN KAYMASI-LEVHA HAREKETLERİ

Kıtaların Kayması – Levha Hareketleri

Levha Hareketleri
Levha Hareketleri

Levha hareketleri ve kıtaların kayması adlı konu fiziki coğrafya konusuna girmekle birlikte hala önemini korumaktadır çünkü kıtaların hareketleri hala devam etmektedir..bu durum tabikide depremlerin ana konularından biridir..

Levha hareketleri veya levha tektoniği olarak da bilinir, en geniş anlamıyla litosferin yapısını ve bu yapıyı doğuran
Tektonik (Yunanca tekton ‘dan), yapısal jeoloji ile yakından ilgili fakat ondan farklı bir jeoloji disiplinidir. Yapısal jeoloji kayaçların geometrisi ile uğraşır, oysa tektonik, yeryuvarının büyük ölçekli yapıları ve bunları oluşturan kuvvetler ve hareketler üzerinde durur.

Temel ilkeler

Alfred Wegener’in “kıtaların kayması” kuramının geliştirilmesi sonucu oluşmuştur. Başlangıçta tüm kıtaların Pangea adında tek bir kıta olduğu, sonradan parçalanarak zamanla günümüzdeki yerlerine ulaştığı görüşünü Alman bilim adamı Alfred Wegener ortaya attı. Dünya’nın yüzeyi kesintisiz gibi görünüyorsa da, gerçekte dev boyuttaki bir yap-boz gibi birbirine geçen parçalardan oluşmaktadır. Levha adı verilen bu parçalar, çok yavaş olarak sürekli biçimde birbirlerine göre hareket ederler. Bir levha, yalnızca okyanusal ya da kıtasal litosferden oluşabildiği gibi her iki litosfer türünü de içerebilir. Levhalar, levha sınırı ya da levha kenarı ile sonlanır. Depremlerin ve yanardağların çoğu bu bölgelerde görülür. Pangea verilen tek kıta parçasını çevreleyen denize Panthalassa denmekteydi. Zaman içerisinde katmanlar hareket ettikçe Pangaea ikiye ayrıldı. Kuzeyde Laurasia ve güneyde Gondwanaland oluştu. Bu iki kıta Tethys (Tetis) denizi ile ikiye ayrıldı. Katmanların hareketi ile kıtalar iyice ayrılarak bugünkü halini aldı.
https://cografyabilim.files.wordpress.com/2011/05/gps_global_gross.gif
Yer yüzeyinin kabuğu, manto üzerinde, ‘izostazi’ adı verilen, bir ağacın su üzerinde yüzmesi ile karşılaştırılabilecek bir denge halinde dururlar. Mantonun kaldırma gücü, su ve ağaç örneğinde olduğu gibi kabuğun manto içine ‘batmış’ olan hacmi ile orantılıdır. Bu nedenle yükseltilerin fazla olduğu kıta bölgelerinde, artan kütle ile koşut olarak kabuğun manto derinliklerine uzanan kısmı da daha fazla olmalıdır. Yüksek dağ sıralarının derinlere dalan ‘kökleri’ yer kabuğunun böyle alanlarda 70 km kadar kalın olmasına yol açar. Öte yandan, karaların yükselmesi, bağıl olarak daha hafif materyelden oluşmaları ile ilişkilidir. Böylece okyanusal kabuk daha ince olmasına karşın daha ağır materyelden oluşmuştur, ve astenosfer içine doğru kıtalara oranla daha fazla ‘batmış’ durumdadır. Bu, kıtaların manto içerisine doğru uzanan daha derin kökleri olmasına rağmen, ağırlık merkezlerinin okyanus tabanlarına oranla daha yüksekte yer alması ile sonuçlanır.
Yüzey şekillerinin jeolojik zaman boyutu içinde evrimi levha hareketleri çerçevesinde gerçekleşir. Yer kabuğu ve hemen altındaki manto katmanının birleşmesinden oluşan taş küre (litosfer), yavaş bir hareketle yer değiştiren 12 ayrı ‘levha’ halinde, değişken bir yap-boz tablosu oluşturur. Yarı akışkan astenosfer tabakası üzerinde yüzer durumda bulunan bu levhaların hareketi için gereken enerjiyi, astenosfer tabakasındaki konveksiyon akımları sağlar. Levhalar birbirleriyle sürekli temas halinde olduklarından, hareketlerinin yön ve şiddetini, yerin derinliklerinden gelen itici gücün özellikleri olduğu kadar levhaların birbiri ile olan ilişkileri de belirler. Böylece, kısa dönemde belirli bir düzen içinde süren levha hareketlerinin, zaman ölçeği büyütüldüğünde kaotik ve önceden belirlenemez bir biçimde gerçekleştiği gözlenir.
Levhaların hareketlerinde yer kabuğunun bütün bu özellikleri rol oynar. Levhalar ortalama olarak yılda birkaç santimetre ölçeğinde hareket ederler (Bu kayma en uç örnek olan Pasifik levhası için yılda 15 santimetreye ulaşmaktadır). Hareket halindeki levhaların birbirleri arasında üç tür ilişkisi olabilir.
1) Yaklaşma,
2) Uzaklaşma,
3) Yan yana kayma.
Yeryüzünün alanı sabit olduğuna göre yaklaşma sınırlarında bir miktar levha yüzeyinin yok olması, uzaklaşma sınırlarında ise yeni levha yüzeyi yaratılması gerekmektedir. Bu nedenle birinci tür levha sınırlarına ‘yıkıcı’, ikinci tür sınırlara ise ‘yapıcı’ sınırlar adı verilir. Üçüncü tür, ‘yanal doğrultulu’ ya da ‘dönüşüm’ (transformation) sınırlarıdır.
Yaklaşan levhaların ikisi de okyanusal levha ise biri diğerinin altına doğru kayar, bu durum ‘dalma-batma’ olarak adlandırılır. Bir okyanus levhası, bir kıta levhası ile karşılaştığında, daha ağır olduğu için onun altına doğru kayar, yine dalma-batma durumu gerçekleşir. Dalma-batma söz konusu olduğunda manto tabakasının sıcak derinliklerine inen taş küre dilimi ısınarak erir ve akışkan halde yükselir. Bu, yaklaşma sınırlarındaki yanardağ etkinliğinin ve dağ oluşumunun temelidir. İki kıtasal levhanın yaklaşması ise çarpışma ile sonuçlanır, her iki levha da manto içine batamayacak kadar hafif ve kalın olduğundan büyük bir deformasyonla yüksek dağ sıraları ve platolar ortaya çıkar (Himalaya dağları ve Tibet yaylası gibi).
Uzaklaşan levhalar ise yeni okyanus kabuğunun oluşmasına yol açarlar. Bu olay, iki levha arasında açılan boşluğa üst manto kaynaklı akışkan materyelin dolması ve soğuyarak katılaşması sonucunda gerçekleşir. Bu şekilde oluşan okyanus sırtları yer kabuğunun en genç bölgeleridir. Levhalar ayrıldıkça sırt ortadan büyümeye devam eder, sırtın her iki yanına doğru uzaklaşan genç litosfer soğudukça hacmi azalır, yoğunluğu artar ve hem küçülme hem de batma nedeniyle yükseltisi azalır. Okyanus tabanının okyanus sırtından en uzak kesimleri en yaşlı kısmıdır. Bu alanların eninde sonunda bir başka levha ile karşılaşarak batmaya başlaması kaçınılmaz olduğundan okyanusal kabuğun ömrü sınırlıdır ve bilinen en yaşlı okyanus kabuğu örnekleri 190 milyon yıl yaşındadır. Bu şekilde okyanus kabuğu sürekli yenilenirken, kıta kabuğu dalma-batma mekanizması ile ortadan kaldırılamadığından, yanardağ ve dağ oluşum etkinlikleri ile kıta kütlesine eklenen materyel zaman içinde giderek artar, milyarlarca yıllık süreç içerisinde kıtalar alan ve kalınlık açısından büyümeye devam ederler. Bazen bir kıta, ters yönde etki eden kuvvetlerin sonucunda ikiye ayrılabilir. Böyle bir durumda uzaklaşan parçaların arasını doldurmaya başlayan manto materyeli yine okyanus kabuğu niteliğinde bir yapı oluşturmaya başlar, bu alanın soğuyup alçalması sonucunda yeni bir okyanus doğmuş olur.
KITALARIN AYRILMASI

Kıta Kayması Kıtaların, ilk başta bir bütünken daha sonra, okyanus kabuğunun zayıflığı yüzünden, dünyanın yüzeyi üzerinde kayarak birbirinden ayrılması. 

Asrımızın başlarında, Amerikan jeoloğu Frank Taylor, kıtaların çok eskiden dev bir kara kütlesi meydana getirdikleri fikri ile ilk defa ilgilenmişti. 1908’de o zaman için hayali olan, kıtaların birbirlerinden şimdiki durumlarına kadar ayrıldıkları teorisini ortaya attı. Aynı zamanda, bu gelişmelerden habersiz olarak Alman meteoroloji bilgini, astronom ve jeofizikçisi Alfred Wegener, aynı konu üzerinde araştırmalar yapmaktaydı. 1915’te Kıtalar ve Okyanusların Orjini kitabını yazarak, bu teori hakkında söz sahibi olduğunu duyurdu.Kontinentverschiebung (karaların kayması) nazariyesini kurmuş ve beş (bugün için altı) kıtanın evvelce birbirine bağlı olup, sonra yavaş yavaş ayrıldıklarını söylemiştir. Wegener’e göre, paleozoikum ve mezozoikum devirlerinde kıtalar birbirlerine yapışık idi. Paleozoikum sonuna kadar, hayvanlar, Güney Amerika ile Afrika, Asya ve Avustralya arasında kara yolculuğu yapmışlar, Eosen’den itibaren Afrika’da yaşayan hayvanlar, karadan Güney Amerika’ya geçmişlerdir. 

Bundan sonraki 40 yıl içinde teori çok az ilgi gördü. Tahmin ve bunun yanısıra çok az delile dayandığı için tenkid edildi. Wegener’in fikrini kabullenenlerden biri olan, Güney Amerikalı Jeolog Alexander du Joit, Güney Afrika ve Brezilya’da araştırmalar yapmış ve teoriyi destekleyen birçok jeolojik delil elde etmiştir. Du Joit’in ve diğer bilim adamlarının fikirleri kabul edilmesine rağmen, kıtaların bu şekilde kaymasına sebeb olacak bir mekanizma bilinmediğinden, çoğunluk gene teoriye karşıydı. Teori ancak, kıtaların dünya kabuğunun üstünde çok yavaş olarak kaydığının ispatlanması ile kabul gördü. 1960’larda, teori tamamen kabul edildi ve yeni açıklamalar getirildi. Bu açıklamalardan birisi, daha önce birleşik olan kısımların, aynı jeolojik yapıya ve benzer fosillere sahib olmasıydı. 

On dokuzuncu yüzyılda, şimdiki kıtaların iki büyük kıta olarak mevcut olduğu öne sürüldü. Bunlar, güneyde bulunan “Gondwanaland” ve kuzeyde bulunan “Laurasia”ydı. Bu iki dev kıta, birbirinden “Tethys Okyanusu” ile ayrılmaktaydı. Bu iddia, Güney Amerika ile Afrika’nın birleştirilebilmesi gibi kesin olmayıp, biraz daha az kuvvetlidir. Hatta Wegener daha da ileri giderek bu ikisinin de çok eskiden beraber olduğunu iddia etmiş ve bunu Pangaea olarak isimlendirmiştir. 

Günümüzdeki Dünya’nın şekli bu teoriye göre çok yavaş da olsa değişmektedir. Mesela, Büyük Okyanus diplerinde yaklaşmalar olduğu tesbit edilmiştir. Bu belki de uzun zamanlardan sonra Asya’nın, Kuzey Afrika’ya yaklaşmış ve Filipinlerin, Güney Amerika’daki And Dağlarının gölgesinde bulunacağına bir işarettir. 

Bu teoriye dayanarak, bugün müstakil bir kıta olan Amerika’nın keşfi sırasında orada bulunan yerlilerin ve hayvanların, bu kıtanın Asya kıtası ile bitişikken oraya geçtikleri ve çoğaldıkları iddia edilmektedir. 

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi




KITALARIN AYRILMASI
Günümüzdeki kıtaların büyük taşküre (litosfer) levhalarının sürüklenerek yer değiştirmesi sonucunda ortaya çıktığına ilişkin ilk düşünceler, daha 18. yüzyılın sonlarında ortaya atıldı. Güney Amerika'nın doğusundaki çıkıntının Afrika'nın batı kıyılarındaki girintiye tam oturduğuna dikkati çeken Alman doğa bilimcisi Alexander von Humboldt, 1800 dolayında Atlas Okyanusunun iki yakasının çok önceleri bitişik olduğu tezini geliştirdi. Bundan 50 yıl kadar sonra Fransız bilim adamı Antonio Snider, Kuzey Amerika ve Avrupa'daki kömür yataklarında belirlenen benzer bitki fosillerinin Humboldt'un bu varsayımını doğruladığını, aksi halde bu benzerliği açıklamanın başka yolu olmadığını ileri sürdü. 1908'de ABD'li Frank B. Taylor, Dünya'daki bazı sıradağların oluşumunu kıtaların çarpışması düşüncesine dayalı olarak açıklamaya çalıştı.





.





KITALARIN AYRILMASI





























Kıtaların kaymasına ilişkin ayrıntılı tezi 1912'de Alfred Wegener geliştirdi. Wegener, çok sayıda jeolojik ve paleontolojik veriden yararlanarak jeolojik zamanın büyük bölümü boyunca tek bir kıtanın bulunduğunu ileri sürdü ve bu varsayımsal kıtayıPangea olarak adlandırdı. Jura Dönemi'nin (y. 190-136 milyon yıl önce) belirli bir evresinde Pangea, çeşitli parçalara ayrılmış ve parçalar birbirlerinden uzaklaşmaya başlamıştı. Bugün Amerika Kıtası'nı oluşturan bölümlerin batıya doğru sürüklenmesiyle Atlas Okyanusu ortaya çıkmış, Hindistan bloğu ise Ekvator'u geçerek Asya ile birleşmişti. 1937'de Güney Afrikalı jeolog Alexander L. Du Toit, Wegener'in varsayımı üzerinde çeşitli düzeltmeler yaptı ve başlangıçta kuzeyde Lavrasya ve güneyde Gondvana olmak üzere iki ana kıtanın bulunduğunu ileri sürdü.